Bu içeriği 5 dakikada okuyabilirsiniz.
Osmanlı'nın Ölüm Melekleri: Cellatlar
Cellât sözcüğü, Arapça'daki "Celd" yani "kamçı ile vurma" sözcüğünün kökünden gelen, "eziyet eden, cezalandıran" anlamında kullanılan bir sözcüktür.
Cellât, ölüm cezalarının infazını yapan kişiye verilen ünvanıdır. Bu işlemi gerçekleştiren kişiler, ölüm cezasının kabul gördüğü ülkelerde, ilgili cezai kurumun bir çalışanı olarak görev yapmaktadırlar. Ayrıca kuraldışı sayılan yerinde infaz gibi ölüm cezalarında, infazı gerçekleştirecek kişinin özel bir görevi olmadığı halde, keyfi bir davranış sonucunda kişiyi öldürmesi cellatlık olarak algılanabilir.

Sağır ve Dilsiz Olmak Zorundalar
Cellatlar, Osmanlı İmparatorluğu'nda 15.yüzyılda kullanılmaya başlanmıştır. Daha sonra 16.yüzyıl başlarında Bostancı Ocağı'na bağlı bir ocak kurdular. Genel olarak Hırvat dönmeleri veya çingeneler arasından seçilen cellâtlar, padişahın özel koruması olarak da görev yaparlardı. Cellatların kesinlikle sağır ve dilsiz olması gerekliydi. Çünkü mahkûmun son çığlıklarını duymaları halinde etkilenebilirler ve kurbanın yalvarmaları sonucu merhamet ederek infazı gerçekleştiremeyebilirlerdi.
Cellat çeşmesi ve İbret Taşı
İdamı gerçekleştirilecek olan kişi, Topkapı Sarayı'nın 1. kapısı olan Bâb-ı Hümâyun ile 2. kapısı olan Bâbusselâm'ın arasında bulunan Cellât Çeşmesi'nin önüne getirilirdi. Ardından çeşmenin önündeki taşın üzerine başı konulur ve Bostancıbaşı'nın da onayıyla, Cellâtbaşı'nın vurduğu güçlü bir kılıç darbesi ile idam edilirdi. İnfaz yapıldıktan sonra cellatlar, kan içinde kalan palalarını veya satırlarını, bu çeşmede yıkadıklarından dolayı çeşmenin adı Cellât Çeşmesi olarak kalmıştır.

Bazen ise mahkûm, Balıkhâne Kasrı'nda kement ile boğularak öldürülür, ardından cesedi, ayağına taş bağlanarak denize atılırdı. Başı kesilip infaz edilenlerin kesik başı, çeşmenin önünde ve karşısında yer alan İbret Taşı (Seng-i İbret) adındaki sütunların üzerine veya sarayın en dış kapısı olan Bâb-ı Hümâyûn'un nişlerine koyulur ve üç gün bekletilmesinin ardından başsız cesedi gibi kellesi de denize atılırdı.
İnfazların Kuralları
Cellatların lideri olan Cellâtbaşı, Bostancıların lideri olan Bostancıbaşı'na bağlıydı. Sıradan sayılan mahkûmların cezalarını diğer cellatlar gerçekleştirirdi fakat devlet adamlarının ve önemli kişilerin infazını Cellâtbaşı gerçekleştirirdi. Kazasker ve vezir gibi üst düzey devlet adamlarının idamları sırasında Bostancıbaşı da bulunur, idam fermanını okuyup, mahkûmu teselli eden cümleler kurardı. Sonra da Cellâtbaşı infazı gerçekleştirirdi. Saraydan çıkan infaz emri; eğer idam sarayda olacaksa Bostancıbaşı'na, sarayda ya da İstanbul dışında olacak ise Kapıcıbaşı'na verilirdi.
Yeniçerilerin kellesi, cellat satırıyla vurulurdu. Bu satır hâlâ Topkapı Sarayı'nın silah hazinesinde sergilenmektedir. Vezirler, sadrazamlar ve devlet adamları genelde boğdurulurdu. Sıradan kişilerin idamı ise kılıç ile başları kesilerek yapılırdı. Kementle boğdurularak idam edilenlerin, ibret olması ve inandırıcılığı açısından, ölümünden sonra "şifre" adı verilen, oldukça keskin ve özel bir ustura ile kafaları kesilirdi. Hânedân üyelerinin ise kanı asla akıtılmazdı, mutlaka boğularak idam edilirdi. Çünkü Osmanlı Hânedânı mukaddes sayıldığı için kanı akıtılamazdı. Osmanlı şehzâdeleri, genellikle yay kirişi ile boğdurulmuştur.

Kelle koltukta Deyimi
Cellatlar, infazı gerçekleştirilen Müslümanların kesik başlarını, cesedi sırt üstü yatırıp koltuğunun altına koyarlardı. Bu sebepten devletin üst düzey görevlileri, "kelle koltukta geziyoruz" cümlesini çok kullanırlardı. Gayrimüslimler ise yüzükoyun yatırılır ve kesilen başları kalçalarının üzerine koyulurdu.
İki Ayrı Mezarı Olan Kurbanlar
İdamı gerçekleştirilecek kişi, İstanbul dışında uzak bir yerde ise kesilen başının bozulmaması nedeniyle bal dolu bir torbaya koyulur ve sultanın huzuruna öyle getirilirdi. Kesik baş, bir tepsi içerisinde padişaha gösterilerek ibret taşına kouulur ve üç gün teşhir edilirdi. Başsız vücut ise öldürüldüğü yere gömülürdü. Bu nedenle, başı farklı, vücudu farklı bir yerde gömülü olan, iki mezarı olan devlet adamları ve sadrazamlar çoktur. Bunlardan en meşhuru ise Viyana kuşatmasındaki başarısızlığı nedeniyle başı kesilen ve bir bal torbası içerisinde pâyitahta gönderilen, daha sonra denize atılan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'dır.

En Ünlü Cellat: Kara Ali
Osmanlı tarihindeki en çok bilinen ve en korkunç cellatlardan biri de Kara Ali adındaki cellattır. Sultan İbrahim'in de celladı olan Kara Ali, padişah celladı olarak tarihe geçmiştir. Sadrazam Sofu Mehmet Paşa'nın emri ile Sultan İbrahim'i boğmak için hapsedildiği, mezar gibi hücresine giden Cellat Kara Ali, padişahın haykırışlarına dayanamayıp kaçmıştı. Cellat Kara Ali'den daha da gaddar olan Sadrazam Sofu Mehmet Paşa ise cellat ve yamaklarını, yaptığı baskı ile Sultan İbrahim'in hücresine sokmuştu. Kara Ali, yamaklarının da yardımı ile Sultan İbrahim'i boğarak idamı gerçekleştirmişti.
Mezar Taşlarına İsim Yazılmaz
Çok ünlü olan 1-2 cellat haricinde, adları bilinmeyen cellatların, mezar taşlarına da adları yazılmazdı. Millet, mezarlarının dahi cellat mezarı yanında olmasını istemediği için cellatların farklı mezarlıkları olurdu. Cellatlar, o dönemlerde İstanbul'un en uzak noktalarından biri olan, Karyağdı Tekkesi'nin 100 metre ilerisinde bulunan Cellat Mezarlığı'na defnedilirlerdi.

Bu içeriği MasivaTurk.com sitesini kaynak göstererek kullanabilirsiniz. İçeriklerin; MasivaTurk.com sitesi kaynak gösterilmeden herhangi bir web sayfasında, sosyal
medyada ve görsel basında yayınlanması yasaktır. Ayrıntılı bilgi için Kullanım Koşulları sayfasını okuyabilirsiniz.
15.10.2016
Osmanlı'nın ölüm melekleri çok konuşulan bir konu. O günün şartları neydi, sadece tarih kitaplarında yazılanı biliyoruz...
Cellatların sağır ve dilsiz olduğunu ilk defa öğrendim. Acaba aynı Osmanlı gibi diğer ülke ve imparatorlukların cellatları da sağır ve dilsizler midir?
Adamlar da emir kulu sonuçta. Kes diyorlar kesiyor. Çok yüklenmemek lazım.
Kara Ali Maşallah Yani. İnsanoğlu nasıl bir cana kıyabilir ki? Allah'ın verdiğini Allah alır.
İbretle okudum. Osmanlı bu işi de sıkı tutmuş. Sağır ve dilsizlerden cellatlar bularak iletişimi de koparmış.
Vay be cellatların sağır ve dilsiz olduklarını bilmiyordum. Adamlar neleri hesaplamışlar.
cellatlar hakkında pek çok hikaye okudum ama bu okuduğum beni çok etkiledi
İbret taşını orada bulunmama rağmen görmedim de duymadım da mutlaka bir daha ki gidişimde inceleyeceğim.
Şu son yazdığınız çok ilginçmiş. Balın bozulmadığını biliyordum ama koruyucu özelliği olduğunu bilmiyordum.
Osmanlı'da cellatların olduğunu ve görevlerini biliyordum ama sağır ve dilsiz olma şartı olayını yeni öğrenmiş oldum.
Sağır ve dilsiz olduklarına dair daha önce hiç yazı denk gelmemiştim. İlginçmiş.
Cellatların bile bu kadar detaylı olduğunu bilmiyordum. Özellikle sağır ve dilsiz olmaları gerektiğine şaşırdım.