Bu içeriği 8 dakikada okuyabilirsiniz.
Osmanlı'nın Çılgın Savaşçıları: Deliler
Osmanlı fetihlerinin sürdüğü ve toprakların genişlemeye devam ettiği dönemde, Rumeli sınır boylarında düşmana korku salan yeni bir askeri sınıf ortaya çıktı. Vahşi hayvanların derisinden yapılmış başlık ve elbiseler giyen, vahşi görünüşleri ile düşman askerlerinin içindeki en ilkel korkuyu açığa çıkaran bu yeni süvari sınıfının adı: Deliler.
Tarihi belgelerde; ordu içinde bulunan Deliler birliği ilk olarak 15. yüzyılın ortalarında görünmeye başlar ve 16. yüzyılda tam bir düzene erişir. Tarihçi Neşri'nin aktardığı bilgilere göre 1444'deki Varna Savaşı, 1448'deki Kosova Muharebeleri'nde Deliler, Osmanlı ordusunun bir parçası olarak savaşırlar. Ayrıca Vikipedi'deki bilgilere göre Osmanlı-İran savaşlarında ve İstanbul'un Fethi'nde de savaşmışlardır.
Birliğin adının Deliler olmasının sebebi akıl sağlıklarının yerinde olmaması değil, tam anlamıyla gözükara olmaları ve ölümden korkmamalarından kaynaklanmaktadır.

Birliğin adının neden Deliler olduğu, Fransız mühendis ve asker Alain Manesson Mallet'ın 1684'de yayınladığı "Les Travaux de Mars ou l'Art de la Guerre" adlı eserinde şu şekilde bahsetmiştir: "Bunlar öylesine cesurdurlar ki bir kralın hizmetine girdikten sonra, onları vazgeçirebilecek hiçbir ceza korkusu yoktur. Bu nedenlerden dolayı Türkler onlara deli adını vermişlerdir ve bu ad, dillerinde "gözü pek" anlamına gelir.
Yine bir başka Fransızca kaynakta, 1672 yılında Fransız elçisi olarak İstanbul'a gelen Antoine Galland'ın yayınlanan günlüklerinde Delilerden şöyle söz edilir: "Deli sözü Türkçede mecnun anlamına gelir, ama bundan bu adamların mecnun ya da akıllarını yitirdikleri anlamı çıkarılmamalıdır. Bu, kendilerini tehlikeye atmak konusunda gösterdikleri azim ve inattan, nefislerini gerçekten deliymişçesine bir pervasızlıkla tehlikeye atışlarından dolayıdır."
Sefer sırasında ordunun en ön safında giden Deliler korku bilmeksizin düşmanın içine dalar, onların hatlarını yarmaya çalışır ve canlı esir ele geçirerek düşman hakkında bilgi edinmeye çalışırdı.
Venedikli Vecellio: "Öylesine cesur hareket ederlerdi ki, insanları gölgelerinin bile öldürücü olduğuna inandırmışlardı" demiştir.

Sultan III. Murad'ın oğullarının sünnet şenliğinde Deliler, sultanın önünde hem binicilik yeteneklerini hem de daha sonra üst kısımları çıplak halde olan bedenlerine sapladıkları çeşitli kesici aletlerle dayanılmaz acılara dayanabildiklerini ve sultana olan ölümüne sadakatlerini göstermişlerdir.
Deli Ocağı'na katılmak için bazı şartları sağlamak gerekiyordu. Her isteyen Delilere katılamazdı. Deliler 20-25 yaşları arasında, gösterişli ve korkutucu bir fizik yapısına sahip, savaşmaktan, ölmekten korkmadığını ve cesaretini kanıtlayabilen Akıncılar arasından gönüllük esasıyla seçilmiştir.
Türk Akıncıları hakkında daha detaylı bilgi için Türk Akıncıları Hakkında İlginç Bilgiler içeriğine göz
atabilirsiniz.

Cesaretlerini ve savaş aletlerini kullanmaktaki hünerlerini kanıtlamak için her bir Deli'nin savaşta en az 8-10 düşman süvarisini öldürüp zaferle dönmesi beklenmekteydi. Bu koşulları yerine getirip kendini ve cesaretini kanıtlayıp eğitim aşamasını başarıyla tamamlayan Deliler, düzenlenen bir tören ile yemin eder ve ocağa özgü başlıklarını giyerek Deliler Ocağı'na resmen katılırlardı.
Bayrak adı altında 60'ar kişilik küçük ocaklara ayrılan Delilerin birkaç ocağı, bir delibaşının emrine verilirdi.
Delileri, Osmanlı'nın diğer askeri birliklerinden ayıran en önemli özellikleri hiç kuşkusuz kıyafetleridir. Delilerin saçları kazıtılırdı. Elbiseleri aslan, kaplan, sırtlan ve ayı benzeri hayvanların kürklerinden yapılmıştır.

Delilerin deli kalpağı adı verilen kalpakları çizgili sırtlan, kar leoparı, samur ve pars benzeri vahşi hayvanların derisinden yapılır, bu kalpakların üzerinde kartal kanadı ya da tüyleri bulunurdu. Bayraklarında "Kaderde ne varsa o gelir başa" yazılırdı. "Serhatlik" adı verilen yüksek topuklu, sivri burunlu, arkasında mahmuzu bulunan ve genelde sarı renkte deri çizme veya ayakkabı giymişlerdir.
Kullandıkları başlıca silahlar ise Macar usulü bir mızrak, kılıç, satır balta, bozdoğan, şeşper, gürz ve savaş çekiciydi. Delilerin atları da en az kendileri kadar sıradışıydı. Atlar çoğu zaman kartal tüyleri ile süslenir, atın kafası üzerine serilen bir aslan postunun ağzından çıkardı. Deliler, bir de geniş tekne kalkan kullanmışlardır. Bunları da kartal pençesi ya da kanadıyla süslemişlerdir.
Deliler birliği zırh kullanmazdı. Savaş esnasında yaralandıklarında da savaşa devam ederlerdi. Yaralarını, düşman askerini korkutmak için kullanırlardı.

Deliler, ıslak mermer üzerine çıplak elle tokat atarak eğitim görürlerdi. Zamanla avuç içleri nasır tutar ve daha kuvvetli bir hale gelirdi. Bu tokatların muhattabı yalnızca düşman askerleri değil askerlerin atları da olurdu.
Bir Deli'nin en güvendiği silahı elleriydi. Savaş sırasında çok sık görülen, silahın elden düşmesi veya kırılması gibi durumlarda tokat, bir Deli süvarisinin sahip olduğu tek silahı haline gelirdi. Savaş sırasında en önden gidip ellerinde yalnızca bir kalkan ile hatta kimi zaman kalkan bile olmadan yalnızca çıplak elle tokat atarak düşmana saldırırlardı. İşte bu meşhur Osmanlı tokadı, Deliler sayesinde oluşan bir deyimdir.
Osmanlı'nın savaştığı topraklarda yapılmış olan araştırmalarda bulunan bir çok at ve insan kafatasında tokat izlerinin olduğu gözlenmiştir. Kazılar sırasında, kafatası içine yani beyne doğru göçmüş insan iskeletleri hatta metal miğferlerde dahi el izlerine rastlanmıştır. Bu izler de 600 yıl boyunca 3 kıtada düşmanları titreten Osmanlı tokadının, nasıl yüksek derecede şiddetli bir vuruşa sahip olduğunu göstermektedir.
Osmanlı Tokadı hakkında daha detaylı bilgi için Osmanlı Tokadı Hakkında İlginç Bilgiler içeriğine göz
atabilirsiniz.

Deliler'in en parlak dönemlerinde sayıları 10.000'e ulaşmıştır. Düşman askerleri, üzerlerine doğru gelmekte olan 10.000 vahşi görünüşlü süvari karşısında dehşete kapılmış ve psikolojileri altüst olmuştur. Bilinmeyene karşı insanın doğasında var olan ilkel korkunun, düşmanın savaşma azmini ne derece etkileyeceği açıktır.
Kuvvetli kader inançları kadar dikkat çeken bir diğer özellikleri de Hz. Ömer'e olan bağlılıklarıdır. "Osmanlı'nın Muhteşem Süvarileri: Deliler" adlı kitabın yazarı Abdullah Turhal, "Delilerin düşmanın üzerine tereddütsüz atlamalarının altında yatan düşünce, kaderlerinin önceden belirlenmiş olduğunu duydukları sonsuz inanç" demiştir.
Bizanslı tarihçi Khalkokondyles, Delilerle karşılaşan düşmanın durumunu şöyle anlatır: "Delilerle karşılaşan düşman, öncelikle neyle karşı karşıya olduğunu, nasıl bir varlıkla savaştığını, karşısındakinin insan mı insan dışı bir varlık mı olduğunu anlamaya çalıştığı için şaşkınlık içinde kalır."

Cesaretleri sıkı bir eğitim ile birleştiğinden, en verimli dönemlerinde hiçbir orduda Deliler ile denk başka bir süvari sınıfı daha bulunmuyordu.
Bizanslı tarihçi Khalkokondyles, "Öyle görünüyor ki doğa onlara, herkesin üstünde bir güç ve kuvvet, onların gücünü denemek isteyenlerin gücünü aşan düzeyde ve rastlanmayan nitelikte bir kılıç kullanma ve savaşma becerisi vermiştir" diyordu.
1828–1829 Osmanlı-Rus Savaşı'ndaki gözlemlerini aktaran İngiliz Sir Adolphus Slade, Delilerin Ruslarla adeta spor yaparak çarpıştığını, Rus siperlerinin dibine kadar sokulup Rus süvarilerine laf atıp onları kızdırdığını ve eğitimli atları ile Rus piyade saflarını adeta parçaladığını anlatır.
Atlarıyla adeta bütünleşen delilerin manevralarına ayak uydurmak o kadar zordur ki, Sir Adolphus Slade, Rus topçusunun çok ender olarak Delilere zarar verebildiğinden bahseder.

Deliler diğer düşman ordularına da esin kaynağı olmuştu. Polonyalılar (Lehler); sarı botlar, göğsü kapatan parlak zırhlar, uzun kartal kanatları ve leopar derileri ile kendi Deliler'ini oluşturmuş ve bunlara "Winged Hussars" yani "Kanatlı Atlılar" adını vermişlerdi.
Korkutucu görünümleri, olağanüstü cesaretleri ve savaşma azimleri ile Deliler, Osmanlı ordusuna uzun yıllar boyunca mükemmel biçimde hizmet ettiler. Ancak Deliler de Yeniçeriler gibi bozulmadan ve yozlaşmadan nasiplerini almışlardır.
Emrinde oldukları beylerin sık sık görevden alınmaya başlamasıyla birlikte Deliler başıboş ve işsiz kalınca bunun sonucu olarak askeri disiplinlerini yitirdikleri gibi halka eziyet etmeye ve köylere saldırmaya başlamışlardır. Sonunda II. Mahmud tarafından 1829 yılında Deliler Ocağı lağvedildi ve karşı koyanların öldürülmesiyle bir dönem de kapanmış oldu.
Kaynak
- Kitap: Osmanlı'nın Muhteşem Süvarileri: Deliler (2011) - Abdullah Turhal
Bu içeriği MasivaTurk.com sitesini kaynak göstererek kullanabilirsiniz. İçeriklerin; MasivaTurk.com sitesi kaynak gösterilmeden herhangi bir web sayfasında, sosyal
medyada ve görsel basında yayınlanması yasaktır. Ayrıntılı bilgi için Kullanım Koşulları sayfasını okuyabilirsiniz.
20.12.2017