Bu içeriği 6 dakikada okuyabilirsiniz.
Avrupa'nın Karanlık Tarihi: Sömürü ve Soykırımlar
Bir Afrika atasözü şöyle der: "Aslanlar kendi tarihlerini yazana kadar, av hikayeleri hep avcıları yüceltecektir."
Zamanın hakimleri tarafından yazılmış geçmiş, bir dönem yaşanan talan, sömürü ve katliamları coğrafi keşifler, ilkel dünyaya medeniyet götürme gibi insani ve yüce gayelerle meşrulaştırılıp efsaneleştirilmiştir. Çünkü bu uydurulmuş geçmiş, onların bugün sahip olduğu gücün temelini oluşturmaktadır. Ancak geçmişten günümüze anlatılan bu uygarlık masallarına artık kimse inanmıyor ve avcı tarafından yazılan tarihe eski kavramlarla bakmıyor. Batılı klasik tarihçiler tarafından yakın zamana kadar coğrafi keşif olarak yutturulan şeyin, gerçekte bir işgal; medeniyet götürmenin ise sömürgenin en acımasız uygulaması olduğunu görüyor ve yüzlerine çarpıyor.

Sömürgecilik ansiklopedilerde daha çok ekonomik, ticari, siyasi ve dini amaçlarla güçlü bir devletin diğer devlet ve toplumlar üzerinde maddi, manevi bir kontrol ve nüfus koruması veya üstünlük sağlaması olarak geçiyor. İnsan topluluklarının devlet şeklinde örgütlenmeye başladıkları eski çağlardan bu yana çeşitli sömürgecilik uygulamalarına rastlanmasına rağmen, sömürgecilik hareketinin ne zaman başladığının tespiti son derece zor. Ancak insanlık tarihinde sömürgeciliğin en vahşi biçimde uygulanmaya başladığı dönem 15. yüzyıl; uygulayanlar ise özgürlük, insanlık, medeniyet, demokrasi denince mangalda kül bırakmayan Batı Avrupa devletleriydi.
Önce Selçuklular, haçlı seferleri yoluyla Doğu'nun gizemli hazinelerine ulaşmak isteyen Avrupalılara kapıyı kapattı. Sonraysa Osmanlı, Avrupa'nın, Doğu ile olan bütün karayolu bağlantısını kesti ve Akdeniz'i bir Türk gölü haline getirdi. Avrupa adeta kendi içerisine hapsolmuş br durumdaydı. Oysa Avrupa kral ve kraliçelerinin yeni güç ve iktidar alanlarına, en çok da altına ihtiyaçları vardı. Böylece Avrupa, altın yada zenginlik kaynağı olabilecek yeni yerler aramaya koyuldu. Doğu'nun efsanelerde ve masallarda anlatılan o görkemli hazineleri, altın yolları, seyyah Marco Polo'nun kitabında anlattığı Çipango'daki evlerin som altından çatıları, Avrupalıların hırsını daha da kamçılıyordu. Bu nedenle Avrupa devletleri maceraperest denizcilere büyük destekler vermeye başladılar. Aynı dönemde gerçekleşen bilim ve teknikteki ilerlemeler, matbaanın, pusulanın ve barutun bulunması Avrupa'da yeni bir çığır açmıştı.

Denizlerde gemilerin dayanıklılığın artırılması, askeri gücün, ateşli silahların olağanüstü gelişimi sömürgeciliğin de itici gücünü oluşturan etkenlerden oldu. Batılı tarihçilerce keşifler çağı olarak adlandırılan bu dönem sömürgecilik hareketinde yeni bir aşama ortaya koydu. Önce Portekizliler, İspanyollar, Hollandalılar, Fransızlar, İngilizler ardından Almanlar, İtalyanlar, Belçikalılar ve Ruslar sömürü düzenini sürdürmek, kaynakları ele geçirmek, denizlerde ve ticaret alanında egemenlik kurmak için birbirleriyle yarıştılar. Bu mücadelede kilise de yer aldı ve yapılan katliamlarda hristiyanlık da bir araç olarak kullanıldı.

Sömürgeciler önce Afrika kıyılarına, oradan Güney Asya'ya ve kısa zaman sonra da Amerika'ya ulaşarak deniz kıyılarında koloniler kurdular. Yeni yerlerin bulunması sömürgecilerin iştahlarını daha da kabarttı. Oralardan yağmalanan kaynaklar sayesinde her geçen gün daha da artan güçleriyle yeni ve yıkıcı bir süreci başlattılar; uygarlıkların talanı, kültürlerin yıkımı ve soykırım.
Yeni keşfedilen ana karalar, Avrupalılar için yer altı ve yer üstü kaynaklardan yararlanacak toprak parçası, o toprağın üzerinde yaşayan yerlilerde barbar, ilkel, putperest olmaları nedeniyle köle olarak kullanılacak, boyunduruk altına alınacak, boyunduruk altına girmiyorsa öldürülebilecek yaratıklardı. Avrupalı beyaz adam ne de olsa onlara uygarlık götürüyordu. Sömürünün en dehşet boyutuyla yaşandığı yer ise 1492 yılında ulaşılan Amerika kıtasıydı.

Batılıların Amerika kıtasını tamamiyle sömürgeleştirme çabaları, boş bir toprağı işgal etme meselesi değildi. Çünkü bu topraklarda oldukça gelişmiş bir uygarlık kurmuş olan Aztek ve İnka'lar yaşamaktaydı, Amerika'nın kuzeyinde ise kızılderililer. Bu kıtayı sömürgeleştirirken sadece yerlileri değil, kültürleri de yok ettiler. Altın ve gümüşe ulaşma hayallerini nihayet Güney Amerika'da gerçeğe dönüştüren Avrupalı yayılmacı ve sömürgecilerin doymak bilmeyen hırsları yüzünden milyonlarca kızılderili vahşice soykırıma uğradı. Yerlilerden ve tapınaklardan çalınan altın ve değerli madenler yetmedi. Milyonlarca yerli, madenlerde veya nehirlerden altın çıkarılmasında zorla çalıştırıldı ve kötü çalıştırılma koşulları yüzünden bir çoğu öldü.

Avrupalı bütün bu katliamları yaparken bir şekilde yaptıklarını meşrulaştırma yoluna gitmiştir. Acımasızca katlettikleri bu insanları aynadaki kendi görüntülerine bakıp sırf kendilerine benzemediği için vahşi ve barbar olarak nitelendirerek haklı olduklarını düşündüler. Bu konuda dini kullanmaktan da çekilmediler. Nitekim Kristof Kolomb, İspanya hükümdarına hitaben kaleme aldığı yazısında, yerlileri öldürmek için izni din adına istiyordu; "Umarım İsa efendimiz bunlar gibi kalabalık toplulukların dinimize döndürülmesi ve kiliseye kazandırılması için aynı zamanda babaya oğula ve kutsal ruha inanmak istemeyenlerin de yok edilmesi için siz yüce efendimizin karar vermesine yardım eder." Oysa ki Kristof Kolomb, aynı yerliler için ilk karşılaştıklarında seyir defterine; "Silahları yok, ne olduğunu da bilmiyorlar. Hepsi iri yapılı, güzel yüzlü. Huyları çok iyi. Ada halkı pek yumuşak başlı." diye yazmıştı.
Yapılan katliamın boyutlarını rakamlara bakarak anlamak mümkündür. Bu dönemde ne kadar insanın katledildiği tartışılmakla birlikte, yapılan araştırmalar katledilen yerlilerin sayısının 100 milyonun üzerinde olduğunu göstermektedir. Yani 15. yüzyılda dünya nüfusunun 400 milyon, Avrupa'nın toplam nüfusunun aşağı yukarı 50 milyon olduğu bir dönemde, nsanlığın 4'te 1'i sömürgeciler tarafından katledilmiştir. Sadece Meksika'da 1500 yılında 25 milyon olan yerli nüfusunun 1650 yılında 1 milyona düştüğü tespit edilmiştir.

Yapılan bu yağma ve soykırım, Avrupa'nın gelişip zenginleşmesini sağladı. Ancak onların bu medeni dünyaları, milyonlarca insanların kemikleri üzerine inşa edilmiş oldu. Yok ettikleri insanlardansa geriye hiçbir şey kalmadı. Ne dilleri, ne dinleri, ne de kültürleri.
Sömürgecilik ve yağmacılıkla oluşan zenginliğini medeniyet diye pazarlayan Batı'yı en güzel tarif eden ve "sen bu'sun" diyen İstiklal Marşı'ndaki dizeleri ile Mehmet Akif Ersoy olmuştur; "Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar !"
Bu içeriği MasivaTurk.com sitesini kaynak göstererek kullanabilirsiniz. İçeriklerin; MasivaTurk.com sitesi kaynak gösterilmeden herhangi bir web sayfasında, sosyal
medyada ve görsel basında yayınlanması yasaktır. Ayrıntılı bilgi için Kullanım Koşulları sayfasını okuyabilirsiniz.
10.06.2016
Soykırım konusunda medeni geçinen Avrupa'nın yaptıkları affedilecek cinsten değil.
Soykırımların çoğunu Avrupa yapmıştır. Müslümanlar asla böyle bir şey yapmaz, özellikle Türkler yapsa zaten ortada bizden başka kimse kalmazdı. İstanbul'un fethinde bile herkese özgürlük verildi.
İnsanları acımasızca katletmişler ve bu sayede zengin bir hayat sürmüşler. Bu apaçık soykırım.